Kasım, 2012 için arşiv

Why Nations Fail’da Türkiye İzleri

Yayınlandı: 26 Kasım 2012 laikelit tarafından Ekonomi, İç Politika içinde
Etiketler:,

Türkiye’nin en saygın ekonomistlerinden biri olan ve halen MIT’de profesörlük görevini sürdüren Daron Acemoğlu ile Harvard Üniversitesi ekonomi profesörü James Robinson’ın birlikte yazdıkları Why Nations Fail adlı kitabı bir süre önce okumaya başladım. Kitabı bitirmedim; fakat kitabın şimdiye dek okuduğum bazı bölümleri bana, Türk siyasetinde ve ekonomisinde yakın geçmişte ve bugün yaşananları anımsattı. Kitap bitmeden de olsa yazmak ve paylaşmak istedim.

Öncelikle, Why Nations Fail, bazı toplumların siyasi/ekonomik kalkınma ve istikrara ulaşıp refah içinde yaşarken, diğer bazılarının aynı başarıyı neden gösteremediklerinin cevabını arıyor. Kısacası bazı toplumlar zenginken bazıları neden fakirdir diye soruyor. Özetle, bu soruya verilen cevap, toplumların zenginlik ya da fakirliklerinin kültür, coğrafya, iklim gibi kavramlarla açıklanamayacağı; asıl belirleyici faktörün toplumlarda yer etmiş siyasi ve ekonomik kurumların ne kadar “kapsayıcı” (inclusive) ya da “dışlayıcı” (extractive) olduğu… Yani toplumu refaha ulaştıracak, başarılı bir ekonomik düzenin temelinde, yatırımı ve inovasyonu teşvik eden siyaset kurumlarının kök salmış olmaları bir ön şart. Bu siyasi kurumlar ne kadar kapsayıcı (yani toplumun geniş kitlelerini ne kadar kucaklayıcı) olursa, ekonomik başarı da aynı oranda sağlanabilir diyor Acemoğlu ve Robinson.

Bu çerçevede, “dışlayıcı” siyasi/ekonomik kurumların ortak özelliklerinden bir tanesi, kısıtlı bir yönetici “elit”in kontrolünde olmaları. Şimdi şu satırları dikkatle okuyalım:

When existing elites are challenged under extractive political institutions and the newcomers break through, the newcomers are likewise subject to only a few constraints. They thus have incentives to maintain these political institutions and create a similar set of institutions…” (Why Nations Fail, Sayfa 82)

Yani varolan dışlayıcı kurumlar (ya da sistem), dışlananlar tarafından yıkıldığında/ele geçirildiğinde, sistemin yeni sahipleri, tıpkı eskiler gibi, karşılarında çok az engel bulurlar; bu da onları, varolan dışlayıcı sistemi aynen korumaları için teşvik eder.

2002 yılında iktidara gelen AKP yöneticilerinin sıklıkla dile getirdikleri bir şey var: AKP’nin daha önceden varolan katı laik ve asker güdümlü bir sistemi, arkasına halkın büyük bir bölümünün desteğini alarak, devre dışı bıraktığı. Bu iddianın – iktidar partisi mensupları tarafından efsanevi bir öyküye dönüştürülme çabasını bir yana bırakırsak – belli orandaki doğruluk payını teslim etmek gerekir. Yani bugünkü iktidar, geçmişte varolan dışlayıcı bir düzenin “elit”lerini siyaset sahnesinden silmiştir. Peki bu, gerçek bir demokratikleşme sürecini başlatmış mıdır? Ya da yukarıda alıntılandığı gibi, iktidar sahipleri gücü ele geçirdikten sonra karşılarındaki engellerin azlığından cesaret bularak, dışlayıcı düzeni devam mı ettirmişlerdir?

YÖK, RTÜK gibi kurumların aynen korunmaları; geçmişteki DGM’leri andıran ÖYM’lerin karar ve uygulamaları; yüzde 10 seçim barajının hala geçerli olması; devlet kadrolarında, iktidarın dünya görüşünü paylaşan insanların ağırlıklı biçimde görevlendirilmelerine devam edilmesi; yaşam biçimleri ve inançları bakımından azınlıkta kalan insanların, yeri geldiğinde bizzat iktidar sahipleri tarafından ve gündelik yaşamlarında ötekileştirilmelerinin, tacize ve hatta lince uğramalarının, azalmak bir yana, artarak devam etmesi; muhalif gazeteci, siyasetçi, akademisyen ve iş adamlarının hapsedilmeleri ve hapisle korkutulmaları; gösteri, protesto, eleştiri ve fikir serbestliğinin çok zaman güvenlik mazeretiyle ya da çoğunluğun hoşuna gitmediği için baltalanması… Bu ve buna benzer, son 10 yıl içinde yaşananları göz önüne aldığımızda ortaya şöyle bir tablo çıkıyor: Türkiye’yi demokratikleştirme iddiası ile iktidara gelenler, devlet gücünü tam ve mutlak biçimde ele geçirdiklerine kanaat getirdiklerinde, siyasal, yasal, polisiye ve askeri aygıtlardan aldıkları kuvvetle, dışlayıcı sistemi korumuşlardır. Tek değişim dışlananların geçmişe göre artık farklı insanlar olmalarıdır.

Kitaptaki diğer başka bir bölüm de yaşadığımız sürecin özelliklerinden birine ışık tutmakta:

In some [societies], the position of the elite could be sufficiently secure that they may permit some moves toward inclusive economic institutions when they are fairly certain that this will not threaten their political power.” (Why Nations Fail, Sayfa 92)

Yani bazı toplumlarda yönetici “elit,” konumunun sarsılmazlığından aldığı güvenle, ekonomik (politik) kurumların belli ölçüde kapsayıcı hale gelmelerine izin verebilir. Ancak bu, sadece yönetici “elit”in siyasi gücü tehdit edilmedikçe mümkündür. Bir başka deyişle, iktidarın gücünü sınırlamadığı sürece demokratikleşme adına bir takım adımların atılmasına izin verilebilir. Tabi, bunun ne kadar gerçekçi ve sağlam bir demokratikleşme anlayışı olduğuna dair şüphe duyulabileceğini belirtmeye gerek bile yok sanırım.

Yine son 10 yıllık sürece baktığımızda iktidarın, özellikle AB reformları çerçevesinde bir takım demokratikleştirme hamleleri yaptığını gördük. Fakat bunlar ne kadar gerçekçi (samimi) hamlelerdi? Bu hamleler Türkiye’yi demokratikleştirmek adına mı yoksa iktidarın gücünü perçinlemek adına mı yapılmıştı? Yapılan birtakım açılımların pek de somut sonuçlara varılmadan askıya alınmaları bunun en açık örnekleri olabilir. Ayrıca, AB reformlarındaki hızın, iktidarın hakimiyetini mutlak kılmasıyla ters orantıda olmasından dolayı, bu reformların gayesinin gerçek anlamda katılımcı bir demokrasi yaratmak mı yoksa bu reformlar eliyle bir güç pekiştirme arayışına girişmek mi olduğunu sorgulayabiliriz. AKP yöneticileri tarafından “ileri demokrasi” olarak nitelenen düzende, muhalif görüşlerin “zararsız” bir düzeyde seyretmesine izin verilmesi ve fakat – Ahmet Şık, Nedim Şener, Soner Yalçın örneklerinde görüldüğü üzere – belli bir seviyeden sonra muhaliflerin, uzun tutukluluk süreleri ve yargılamalarla dolu bir süreçle karşı karşıya kalabilecek olmaları da “sınırlı demokratikleşme”ye örnektir. Ve hiç şüphesiz ki sınırlı bir demokrasi anlayışının, gerçek demokrasiyle bir bağı yoktur.

10 Dakika Savas Arası

Yayınlandı: 22 Kasım 2012 makinebeyin tarafından Genel içinde
Etiketler:, , , , ,

Savaşlarla dolu bir dünyada yaşıyoruz.
İçimizde, komşumuzda, bölgemizde, dünyanın çok ama çok fazla yerinde…

Bir insanın bir insanı öldürebildiği,
Bir insanın birçok insanı öldürebildiği,
Bir toplumun bir insanı öldürebildiği,
Bir toplumun bir toplumu öldürebildiği…
Acımasız, zalim, mutsuz ve eşitsiz bir dünyada yaşıyoruz.

Oysa ne garip bir kelimedir öldürmek.
Kelimesi bu kadar zor olanın,
Uygulaması ne zor olmalı diye düşünürken bazımız,
Kimimiz hak görür kendinde;
İşin içine ideolojiler, ekonomiler, çıkarlar, benzerlikler ve farklılıklar girince…
Çünkü hak zannedilir öldürmek, öldürmesine yardımcı olmak veya ölümlere göz yummak.

Oysa ben, askerde ilk silah tuttuğumda bile tedirgin olmuştum.
Sadece bir silahtı tuttuğum,
Hatta ‘Ne var bunda, canım sen de!’ diye düşünürüm buradan bakınca.
Kimseyi vurmamış ve hatta kimseye de doğrultmamıştım.
Malum, kimseyi öldürmek de, ölmek de istemiyordum.
Ama o metal yığını, öldürmek için yapılmıştı.
Veya korunmak için,
Ne farkeder…
Hedef aynı.Şimdi bu dünyayı düşünüyorum,
Bu yazıyı yazdığım güven dolu hayatımı düşünüyorum.
Ve üzülüyorum;
Suriye’ye, Filistin’e, İsrail’e, Cezayir’e, Afganistan’a, Kongo’ya, Irak’a, Peru’ya, Mısır’a ve hatta güzel ülkeme…

Ve bu kadar acı ortasında,
İnsan isimli canlı o kadar enterasandır ki;
Başkasının acısını ancak geçici bir süreliğine paylaşabilecek kadar zalimdir!

Mesela hepiniz bu ölümlere üzülüyorsunuz, eminim.
Ama birazdan
Bazınız favori dizisine,
Bazınız yarıda bıraktığı kitabına,
Bazınız arkadaşıyla olan sohbetine,
Bazınız dersine, projesine, ödevine… devam edecek.
Ben de uzun süredir izlemek istediğim bir filme devam edeceğim.
Mesela bazınız da hiçbirşey yapmadan sadece uyuyacak.
Çünkü bugün, yarın, ve ertesi hafta bugün de o kadar çok çalışmak zorunda kalacak ki, kendi büyük sorunları içerisinde, küçük dünyadaki ölümleri düşünemeyecek bile…
Uzun lafın kısası benim demem odur ki;
Şimdi düşünüyorum ölümleri…
Zor geliyor.
Ama ne kadar zor gelirse gelsin,
Yarın kendi hayatlarımıza döneceğiz.
Yarın olmasa da haftaya döneceğiz.
Haftaya olmasa da gelecek ay döneceğiz.
Bizim olmayan acıları hep unutacağız.
Zaten bugüne kadar da hep aynı şey olmadı mı?

Barış dolu bir dünya dileğimle bitirmek istiyordum aslında.
Ama galiba olamayacak birşey diliyorum.
İşte bu yüzden, durum ne olursa olsun sevgili dostlar,
Sade ve sadece insan olduğunuzu unutmamanız dileğimle…

Görsel

Görsel
Görsel
Görsel

Yıl 2012, Saat 15:30’du

Yayınlandı: 07 Kasım 2012 makinebeyin tarafından Eskiler içinde

Sabah 7:30’da gittiğim tapu müdürlüğünde,
Saat 15:30 olmuştu, işlerim hallolmamıştı.

Yaklaşık 20 kere “birazdan bitiyor” cümlesini duydum.
2 defa bankaya, 2 defa da belediyeye gönderildim,
Onlar da ne tesadüftür ki, tapuya geri gönderdiler.

Binaya ilk girdiğimde aslında bir terslik olduğunu farketmiştim,
Çünkü tapu müdürlüğünün bulunduğu katın yarısı ‘sosyal cafe’ isimli yerdi.
Orada bekliyordun, beklemek zorundaydın.

Sonra, kahve sohbeti yapan,
Bilgisayarda mayın tarlası oynayan,
Kendi masasını terkedip sohbetin koyuluğuna dalan,
İçeri girdiginizde kafasını dahi kaldırıp size bakmayan,
Koltuğunda uyuklayan,
Cep telefonunda sevgilisiyle iletişimini koparmadan çalışacak kadar yetenekli,
Onlarca memur gördüm.
Anladım ki;
Devletimiz ‘sınırsız hizmet’ hedefiyle çalışıyor.
Ve belli ki; Sizler vatandaşa hizmet etmek için değil,
Biz size mecbur olduğumuz için,
O gün, o saatte, o binada toplandık.

İleri devlet,
İleri teknoloji,
İleri bürokrasi,
İleri ekonomi,
İleri demokrasi
Ve daha niceleri…
Saygılarımla.

Görsel

Tehlikesiz Bir Fikir

Yayınlandı: 02 Kasım 2012 makinebeyin tarafından İç Politika içinde

Son noktayı birlikte koydular;
Çift başlılık olamazdı.
Gerekçesi de gayet net bir şekilde izah edildi;
”Bu ülkeyi çift başlı bir yönetimle bugüne kadar getirmedik. Bundan sonra da çift başlı bir yönetimle, bu ülke bir yere varamaz” denildi.
Haklıydı, bugünlere gelmiştik. Tek başla gelmiştik ve haliyle bu başarılı yöntemimiz bundan sonra da devam edecekti.
Hemen arkasından bir açıklama da Reis-i Cumhur‘dan geldi,
Ne de olsa eski dilde o bütün halkın lideriydi, tarafsızdı, hem malum isminin önünde partisi de yoktu;
”Anayasamız, mevcut kanunlarımız, hepimizin yetki ve görevlerini zaten açıkça belirtmiştir” dedi, herşey kitabına uygundu, herşey çok güzeldi…
Devletin en üst kademesi yine mutlak uyum içersindeydi.

Bize ilkokullarda, ‘’Cumhuriyet fikir serbestliği taraftarıdır, her fikre saygı duymalıyız’’ denmişti.
Yani teoride farklı ve özgür fikirler vardı…
Yani orada, uzakta bir köy vardı, o köy bizim köyümüzdü.
Gidemesek de, göremesek de… misali.

Hatta sırf bu farklı fikirleri biraraya getirebilmek için 550 tane milletvekili vardı,
Her biri ayrı ayrı güzel şehirlerimizden gelmişler,
Hoşgelmişler tabi.
550 tane koca koca adam, kariyerleri, geçmişleri olan,
Kendi bölgelerinden başarıyla seçilmiş, güvenilmiş…
Maaşları, harcamaları, lojmanları, hakları, güçleri de vardı.
Vardı da, partilerinin dışında 5 tane farklı fikir var mıydı?
Ben göremedim.
Uzun lafın kısası, bundan da pekiyi (5) alamadık…

Bu arada, bazımız çok insan olsun istedik.
Farklı olmak istedik.
Birbirimize benzemeyelim istedik.
Zenginliğimiz farklılıklarımızda diye düşündük.
O olmadı.
Sonra daha da çok benzemek zorunda kaldık.
Malum, farklı olamadık, çoğunluk sevmedi bizi.
Korktuk tabi bertaraf olmaktan, en sonunda taraf olduk.
Kim olursak olalım geliyoruz diye umarken,
Ya seviyoruz, ya da terkediyoruza geldik.

Farklı olabilseydik,
Sen beni eleştirseydin,
Ben de seni.
Hepimizin ortak doğrusunu birlikte bulsaydık keşke.
Ama sen de haklısın, kim uğraşır her seferinde herkesi mutlu etmeyi.
Zor işler bunlar.

Neticede haklı çıktınız;
Akıl akıldan üstün gelemedi,
Ağaç yapraksız da gürledi,
Allah sağ eli, sol ele muhtaç etmedi,
Malumunuz, bin bilince, bir bilene de danışmadınız,
Ve neticesinde
Birlikten kuvvet doğmadı…
Dünyanın sonu mu oldu?
Hayır.

Şimdi siz yarın yeni yasalar, kararnameler hazırlayıp,
Yeni atamalar yapacaksınız.
Bir sürü yeni belgeyi onaya göndereceksiniz
Yani onaya değil de, imzaya diyelim.
’’Malum devletin başında birden fazla baş olamaz.’’
Tek kafadan çıktı, uygulanacak.
Ne yapalım, farklı fikirler hep tehlikeli kabul edildi bizim köyümüzde.

Diğer yandan, ”Benzer bir fikir, fikir denemeyecek kadar değersizdir’’ diye düşünenlere;
Gün gelip, önemli yerlere geldiğinizde,
İnsanlar sizi saygıdeğer ve başarılı hissettirdiğinde,
Egolar şişip, özgüven patlaması yaşadığınızda,
Çok başlı olabilmeniz dileğiyle…

Görsel

Borcun Son Gecesinde-16 Mayıs 2011

Yayınlandı: 01 Kasım 2012 makinebeyin tarafından Eskiler içinde
Etiketler:, , ,

Ömrünüzden eksilmiş bir zaman birimini düşünün.
Ben son 5 ayımı düşündüm.
Düşünün teker teker sayılmış; haftalarıyla, günleriyle, saatleriyle, dakikalarıyla ve hatta saniyeleriyle.
Düşünün, size ait tüm materyallerin alındığını ve hatta haklarınızın sil baştan belirlendiğini.
Düşünün, yüzlerce kez ‘biter mi ?’ sorusunu kendinize sorup,
‘Henüz değil’ cevabını kendinize anlatmak zorunda kaldığınızı.
Düşünün ömrünüzden eksilen bir güne nasıl da sevindiğinizi.
Düşünün önünüze gelen yemeği hayatta kalmak için yiğeceğinizi,
Düşünün tek renk kıyafetinizden başka seçiminizin olmadığını.
Düşünün ne zaman uyuyacağınıza, kalkacağınıza ve diğer herşeyi ne zaman yapacağınıza karar veremediğinizi.
Düşünün çevrenizdeki insanları seçemediğiniz, zaman ve mekan algısının bambaşka olduğu yepyeni bir dünyayı.
Düşünün.
Hayır durun, acı çekmek istemiyorsanız.
5 ay düşünün, şimdi unutun.
Son 1 gün.

Görsel

2 Temmuz 1993 Anısına

Yayınlandı: 01 Kasım 2012 makinebeyin tarafından Eskiler içinde
Etiketler:, , , ,

“Sizin hiç babanız yandı mı?”
Diye soruyor Metin Altıok’un kızı.
Bir dakika boyunca duruyorum.
Yetmiyor.
1 dakika daha duruyorum.
Dakikalar bitiyor, içim sıkılıyor, düşünmekten vazgeçiyorum.
Sonra kendimi koyuyorum Madımak Oteli’nin küçücük odalarının birine.
Küçük olması yetmezmiş gibi, oksijeni de azalmakta.
Ümidim kalmamış; Polisin de itfaiyenin de geleceğine inanmıyorum.
Etrafta yaşam mücadelesi veren arkadaşlar, şairler, yazarlar ve düşünürler görüyorum…
Hatta sadece ekmek parası için, o gün o saatte orada bulunan 2 tane otel çalışanı da bizimle birlikte.
Telefon trafiği bitmiş, artık devletten de ümit kesilmiş.
Zaten dışarı çıkabilsem, muhtemelen kalabalık tarafından öldürülürüm diye düşünüyorum.
Sıcaklık da iyice artıyor.
Soluğum kesiliyor, oksijen bitiyor. Korkuyorum.
Tüm sevdiklerimi düşünüyorum. Ağıt yakan ailem gözümün önüne geliyor.
Ben böyle ölmeyi hakedecek ne yaptım? diye soruyorum kendime.
Otelin önündeki kalabalıktan yükselen çığlıkları duyuyorum.
Yalnızlığımı hatırlatıyor bana, bu toplumda.
Kendime yediremiyorum böyle bir sonu.
Öfkeyle doluyorum, bağırmak istiyorum.
Metin Abi yaklaşıyor ve şöyle diyor genç arkadaşına:
“Yaşamak görevdir bu yangın yerinde.
Yaşamak, herşeye rağmen, insan kalarak.”
Metin Abi ağır yaralı kurtuluyor.
Alevler arasında verdiği sözünü tutuyor.
Ama kendine yediremiyor şimdi de.
Fikir arkadaşlarına ihanet etmiş gibi hissediyor.
Sadece 1 hafta sonra o da arkadaşlarına kavuşuyor.

Bana gelince; Bireysel özgürlüklerim her kısıtlandığında,
Alevi kelimesi kirli kalplerle ağızlara alındığında,
İnsanlar birbirini hayvanmış gibi katlettiğinde,
Etnik-mezhep ayrımcılığına maruz kaldığımda,
Fikirlerimi ve varlığımı yok saydıklarında,
Toplumun iliklerine kadar işlemiş düzensizliği gördükçe,
Kendimi bu toplumda güvende hissetmeyince,
Ve benzeri yüzlerce karamsar durum arasında hep sizleri ve Metin abinin öğüdünü hatırlıyorum.

Yaşamak görevdir bu yangın yerinde.
Yaşamak, insan kalarak…

Görsel

Seçici Demokrasi

Yayınlandı: 01 Kasım 2012 makinebeyin tarafından Eskiler içinde
Etiketler:, , , , ,

Uzun zaman oldu seçici demokraside yaşayalı;

İşsizliğin hiç azalmadığı ama yandaş milyarderlerin arttığı,

Kopyasız sınavın olmadığı, eleştirenin bedelini ödemekle tehtid edildiği,

Aynı fikirde olmayanların eşkiya olduğu,

Muhalif işadamlarının riskini almıştır diye uyarıldığı,

Gözaltına alınanların kel olduğum- uzun olduğum için alınıyorum diyebileceği kadar trajikomik durumlara düştüğü,

Telefonların rahatça dinlendiği, özel kasetlerin sitelere servis edildiği,

İçki kullanımının sınırlandırılıp, iktidar sarhoşluğunun yaşandığı,

Mezhep ayrımının her konuşmada araya sıkıştırılıp, aynı yoldan gelmişiz biz diye reklamların çekildiği,

İnternet yasaklarına karşı çıkanların pornocu diye itham edildiği,

Adana’da bayrak, Diyarbakır’da Kürt sorunu vardır diyenlerin çok olduğu…

Ve sadece son 2 dakikamda düşünerek aklıma gelmemiş bunlara benzer daha yüzlerce yanlışın olduğu ileri, güzel bir demokraside yaşıyoruz.

Yazdıklarım için değil ama 2 dakikacık içinde aklıma gelmeyenler için özür diliyorum;

İşsizlik, eğitim, hayat pahalılığı, gelir dağılımındaki eşitsizlik, etnik köken ayrımı, sosyal güvenlik, rüşvet ve yolsuzluk, belediye hizmetleri, fikir özgürlüğü, güvenlik, başörtüsü, bürokrasi, çevre sorunları, cinsiyet ayrımı…

Görsel