‘Genel’ Kategorisi için Arşiv

Merhaba Komşu

Yayınlandı: 29 Ağustos 2013 makinebeyin tarafından Genel içinde
Etiketler:, , , , , , , ,

T ile S komşudur.
Güzel ama bir o kadar tehlikeli mahallede yaşayan,
En uzun bahçe duvarları ortak olan,
Lakin, yıllarca hiç selamlaşmayan iki komşu…

Gel zaman, git zaman,
İnsanın komşusuyla arasında sorun mu olur?
Diye düşünmüş olacaklar ki,
Diyalog başlatmak için çeşitli fırsatlar ararlar,
Arayan bulur misali,
Zamanla birbirlerini tanıma durumları olur…

Sonra birbirlerini davet ederler,
Yemekler yerler, fotoğraflar çekilirler.
Diğer komşulara nispet yapar derecede,
İyi ilişkiler oluştururlar hatta.
Bu ziyaretler neticesinde;
Birlikte ticaret yapmaya karar verirler,
Sorunlu mahallenin güvenliğine dair fikir birliğine varırlar…

Herşey harikadır,
Taa ki yıllar sonra başlayan S’nin iç sorunlarına kadar.
Başka mahallede yaşayan; A, İ ve F bu olayı duydukları gibi,
Tam olarak sevip sevmediklerine bile karar veremedikleri,
T’yi kendi yanlarına çekme sohbetlerine alırlar…

T biraz düşünür,
Biraz daha düşünür,
Büyük abilerimiz yeterince düşünmüş olacaklar ki diye düşünerekten,
S zaten benim hiç dostum olmadı ki! der…

Hatta T, S ailesinden bazılarına,
İstediğiniz zaman gelip bende kalabilirsiniz,
Bizim lokmamızdan yiyebilirsiniz,
Antrenmanlarınızı bizim bahçede yapabilirsiniz,
Ayrıca, bizden ve mahalleden size destek olmak isteyenleri de
Evinize götürmeniz faydalı olur der…

T açıklama üstüne açıklama yapar:
“S yakında mahalleyi terkediyor, son ayları, haftaları, saatleri” diye.
Yalnız S’in uzun süre bu niyette olmadığı belli olur.
Bu süreçte, bazı komşular S bizim kontrolümüze geçmeli derken,
Bazısı S’ye desteklerini açıklarlar…

Bütün bunlar olurken,
A, İ ve F ellerini avuşturup,
Karşı kaldırımda olup biteni beklerken,
“Biz hiç kendimizi yormayalım, bu komşular zaten S’yi zamanla yorar,
S yorulduğu zaman da biz gidip evini yağmalarız” diye düşünürler…

Diğer mahallenin takvimine göre zamanı gelen S,
Evin kontrolünü bırakmak zorunda bırakılır,
A, İ, F evi yağmalarken, T de sadece kapıda onlara güvenlik yapar.
Yağma bitip, herkes evi terkettiğinde,
Evinin önünde olup biteni sadece izleyen S evine geri döner…

Bir de bakar ki, eski evinden eser yok.
Çıkıp kapının önüne,
Oturup merdivenlere,
Yaşadıklarını düşünürken,
A,İ,F çoktan mahallelerine dönmüşlerdir bile…

Çaresizce etrafa bakan S, sadece komşusu T’yi görür.
Pişmanlık içinde olup bitene şaşıran T:
“Böyle olacağını nerden bilebilirdim komşu” bakışını verirken,
S komşusunun duvarına yanaşıp şöyle sorar:
“Yine kaldık mı başbaşa…?”

Ve sen, bu hikaye burada biter mi zannedersin?

Önümüzdeki onlarca yıllın hikayesi daha yeni başlar…

Görsel

Güvercinler…

Yayınlandı: 20 Ocak 2013 makinebeyin tarafından Genel içinde

2007’nin,
Ocak ayının,
19’unda,
Saat 14:56 civarı,
Yağmurlu bir İstanbul gününde,
Şişli Halaskargazi Caddesi üzerinde…

Ölmenin nefes almak kadar normal karşılandığı bu güzel topraklarda,
Bu toprakları en az senin kadar seven bir gazeteci, bir düşünür, bir yazar, bir baba ve bir eş… veya sadece bir insan…
Sözde vatansever deli-kanlı bir ‘çocuk’ tarafından,
Arkadan vurulmuştu…

Yere düştü birşey hissetmeye vakti bile kalmadan.
Veda edemeden Rakel’ine.
Evlatları Delal’e, Arat’a ve Sera’ya…

Zor bir hayatı olmuştu yetimhanede,
Hatta, boyca büyümeye devam ederken,
Zihnen büyümüştü bile.
Gözü de yoktu parada, malda, şöhrette…
Sade,
Ve sadece düşünce adamıydı.
Düşüncelerini al, kalanı çırılçıplak olacak kadar.
Hem belli değil miydi;
Üstüne örtülen kağıtlardan taşmış ayakkabısının altındaki delikten…

Biliyorsunuz, bir günde olmadı herşey.
Yıl 2002’ydi,
Urfa’da düzenlenen bir konferansta yaptığı konuşmada “Türk olmadığını… Türkiyeli ve Ermeni olduğunu” söylediği için “Türklüğü aşağılamak” suçlamasıyla yargılandı.
Yetmedi.
Yıl 2004’tü.
”Hrant’ın hırlayışı, Ermeni’ye bak!” başlıkları heryerdeydi!
Çünkü yine konuşmuştu…

Ve neticede yapılan son duruşmada;
“Yazının eleştiri amacıyla yapılan ‘düşünce açıklaması’ niteliğinde olmadığına, aşağılayıcı ve incitici nitelikte olduğuna” karar verilerek 6 ay hapse mahkum edilmişti.
Ama Yüce Yargı, duruşmalardaki iyi hali sebebiyle, verdiği 6 aylık cezayı ertelemişti…
Mutlu olmasını bekliyorlardı.
Hayır,
O buna müteşekkir değildi.
Çünkü sadece cezaevine girmemek,
Onun için bir lütüf değildi.

Mahkeme çıkışı bazı salyalılar;
”Ceza alırsam Türkiye’yi terkederim dedi, hadi şimdi terketsin!” diyorlardı.
Oysa bilmiyorlardı;
Onun zoruna gidenin aldığı ceza değil,
İnandığı, güvendiği ve sevdiğinin,
Onu anlamamazlığa verişiydi.
Tıpkı çok sevilen sevgilinin seni görmezden gelişi,
Ve üstüne seni aşağılaması gibi…

Şöyle diyordu kendisi;
”Türkiye’de kalıp yaşamak, hem bizim arzumuz, hem de Türkiye’de demokrasi mücadelesi veren, bize destek çıkan, binlerce tanıdık tanımadık dostumuza olan ‘saygımızın gereğiydi’.
Kalacaktık ve direnecektik…”
Ve bu savunmasını tek silahı olan düşünceleri ile yapacaktı.
Tek kalkanı ise; Samimiyetiydi.

Yüzlerce, binlerce tehtid aldı.
Kaç buralardan, git dediler…
Söyledikleri ve yazdıkları yüzünden öldürülenlere bir kişi daha eklensin istemediler…
Ama o;
”Bu ülkenin bana zarar verebileceğine inanmıyorum” dedi,
Ve gitmedi…

Tarih 19 Ocak 2007 olmuştu,
Hrant Dink,
Kaldırımda yatıyordu ve üstü hemen örtülmüştü,
Üşümesin diye değil, yalnızlığından belki de.
Hrant Dink,
O kadar kalabalığın arasında bile,
Katili belli olan kişiydi.
Bu Katil 301 ve ona eli değen herkesti.
Hrant Dink,
Kafasına iki kurşun sıkılmasi suretiyle suikasta kurban giden gazeteciydi.
Hrant Dink,
Bedeninin üstü örtülen ama düşünce özgürlüğü mücadelesinin üstü örtülemeyendi.
Bilmiyorlardı;
2006’da Fransa’da geçen Ermeni tasarısına senin karşı çıktığını, aksine inandığın halde ”soykırım yoktur” diyeceğini.
Çünkü senin deyiminle;
Fikirlere devlet karışamazdı!
Düşüncelerine ve neyi söyleyip neyi söyleyemeyeceğine bir tek senin karar verebilirdin.

”Kendi fikirlerini ötekine düşmanlığın üzerine temellendiren her kişi için düşman şarttır. Düşman olmadımı krize girer” demiştin…
O zamanın talihsiz düşmanı sendin ya,
Bugün Suriye,
Haftaya Iran,
Sonra ise ben…
Bu işler sırayla.

Vatan Haini olduğunu söylediler, tıpkı Nazım Hikmet gibi.
Sizden daha çok bu toprakları sevdiklerini iddia ettiler.
Ama ortada bir gerçek vardı;
Sizden daha çok savaşıp, daha iyi öldürüyorlardı…
Bırakmadılar ki vatandaşlığını sonuna kadar hisset.
Dediler ya; ya sev, ya terket…!
Ülkesini en çok sevenin,
Onun daha iyi olması için mücadele etmek olduğunu anlayamadılar.
Ya da anlamak istemediler.

Bilmiyorlardı ki;
Atalarının bu topraklarda yaşamış olduklarını.
Belki de çoğumuzunkinden daha uzun süre…
Senin de benim gibi, bizim gibi.
Buralı olduğunu…

Yoksa garibinize mi gitti?

O delikanlı ile polisler gururlu şekilde Türkiye Cumhuriyeti bayrağı önünde fotoğraf çektirirlerken, ona yemek ısmarlarken, kral gibi davranırlarken ve bu pozları tüm Türkiye görürken…

Bizlerin daha çok garibine gitti…

10 Ocakta yazdığın ‘son’ yazında şöyle demiştin;
”Evet kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim,
Ama biliyorum ki;
Bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz.
Güvercinler kentin ta içlerinde,
İnsan kalabalıklarında dahi yaşamlarını sürdürürler.
Evet biraz ürkekçe ama bir o kadar da özgürce…”
Evet artık özgürdün,
Hem de o kadar ki; aynı anda milyonlarca insanın zihninde olabilecek kadar…

Cenaze günü, sevgili eşin Rakel Dink de şöyle dedi;
“Bir bebekten, katil yaratan karanlığı sorgulamadan…
hiçbir şey yapılamaz dostlarım…”
Sevgili Rakel Dink,
Sen ne kadar insan sevgisiyle dolusun ki;
Kocanı öldürenin bile aslında bir insan olduğunu, tıpkı herkes gibi bir zamanlar onun da saf bir bebek olduğunu unutmuyorsun…
Tabiki de senin kaybını, hayat arkadaşını, canını geri getiremeyiz.
Ama şunu da bilmeni isteriz;
O karanlık hepimizi dahi alsa,
Vazgeçmeyiz.
Vazgeçemeyiz.
Çünkü insan olmak;
Düşünmektir.
Sorgulamaktır.
Ve Konuşmaktır…
Bunların olmadığı yeri terketmek yerine,
Kalbimizdeki kafeslerde güvercinler besleriz…

Ve inan bana;
Elbet bir gün bizler de özgürce uçarız…

Görsel
Görsel
Görsel

Yeni Yılınız Kutlu Olsun

Yayınlandı: 01 Ocak 2013 makinebeyin tarafından Genel içinde
Etiketler:, , , , , ,

Bir yeni yıla daha girdik,
en olumlu dileklerimizle hem de.
Mutluluklar diledik,
başarılar diledik,
huzur diledik,
aşk diledik,
kardeşlik diledik,
herşeyin başında da sağlık diledik.
Malum, evrenin dilencileri oluruz her yılın bu gününde…

Kimimiz evinde,
kimimiz ailesiyle,
kimimiz akrabalarıyla,
kimimiz yemekte,
kimimiz eğlencede,
kimimiz dansta,
kimimiz sevgisiyle,
kimimiz iş arkadaşlarıyla,
kimimiz yalnız,
mesela benim abim de askerde girdi yeni yıla…

Nasıl girersen öyle geçer dediler,
ya doğruysa diye düşünüp, işimizi şansa bırakmayalım diyenler vardı hep.
Kırmızı çamaşırlar bile giyindiler usulden.
Hatta ya çıkarsa diye piyango alanlar da çoktu.
Lakin bize ve bizim ‘ya olursacı’ dostlar amortiye bile hasret…

Bugün yemekler de çeşit çeşitti,
içkiler akıp gitti,
eğlence mekanları rezervasyonsuz almadı,
sosyalleşme doruğa çıktı.
Haliyle trafik kazaları oldu,
kavgalar çıktı,
zengin ikramların fazla nimetleri çöp konteynırlarında bugünü benden çok bekleyen sokak hayvanlarına sunuldu…

Bugünü yeni bir başlangıç olarak kabul ederken çoğumuz,
ben hala dünden,
yarından,
ocak ayının sonundan,
gelecek hafta başından,
bir mevsimin son gününden farkını çözmeye çalışırım.
Belki de güneşin etrafında o kadar çok dönmüştük ki, sadece şaşkınlıktan kutluyorduk…

Olan oldu,
bir yeni yıl daha geldi,
ya da biz ona geldik emin değilim.
Hangi dileklerle,
hangi mekanda,
hangi ortamın içinde,
hangi zihin yapısıyla
ve hangi yemeklerin tokluğuyla girdiysek girelim;
yine o kazandı.
Çünkü o hepimizi kontrol eden, durduran, harekete geçiren, iyi veya kötü hissetmemizi sağlayan sistemler bütünüdür.
O kısaca kapitalizmdir.
Yeni yılın tekrar kutlu olsun!

Sevgililer gününde görüşmek üzere…

 

Görsel

Canım Abim, Bu Gece

Yayınlandı: 12 Aralık 2012 makinebeyin tarafından Genel içinde

Canım Abim,
Bugün askerdeki ilk gecen.
İlk geceler hep zordur, bilirim.
Bu gecen, sevilen birinin vefatının ilk gecesi kadar büyük olmasa da,
Giden sevgilinin sonrasındaki yalnız ilk geceye benzemese de,
Büyük mutsuzlukların sonundaki ilk gece olmasa da,
Farklı bir zordur, bilirim.
2 yıl önce tam da bugündü.
Yine 12 Aralık gecesindeydi;
Senden önce yıllarca o yatağa uzanmış askerlerin bedenlerinin şeklini almış,
İçindeki çukura seni çeken yatağa uzanışım,
Tanımadığım ama gözlemlediğim,
Aynı dili konuştuğum ama o gün konuşamadığım yüzlerce adamla o koğuşa girişim,
Mavi ama sarı lekeli çarşafa uzanışım,
Benden öncekilerin kazıdıklarına, notlarına bakarken;
Yarın acaba nasıl bir gün olacak,
Neyle karşılaşacağım,
Umarım ailem beni merak etmiyordur,
Başlamak bitirmektir,
Ve bitecek deyişim…
Bu gece biraz üşüyebilirsin,
Oralar bizim eve, senin o güzel odana benzemez.
Isı yalıtımı oralara henüz gelmemiştir,
Gelsin de istenmez, askerliktir bu, derler.
Ama gecenin ilerleyen saatlerinde ısınır içerisi,
Malum insan ısısı, dünyanın en sağlam ısıtıcılarındandır.
Hatta gece 3 gibi öyle ısınır ki,
Bu sefer de terlersin.
Ama rahat ol, birazdan yine soğuyacak.
Sonra tam derin uykuna tekrar dalmışken,
Tok bir ses duyulacak;
Koğuş kalk!
Ve bundan sonraki tüm günlerde,
Yani en azından 17 Mayıs sabahına kadar hep aynı cümleyi duyacaksın.
Şimdi acele etmen gerekir,
Çünkü 2 dakika içinde tüm tuvaletler dolacak, tüm aynalar traşlar için ayrılacak.
Bizim evde hani bazen aynanın önünde birlikte diş fırçalardık ya,
Orda bir aynanın önünde 4-5 kişi fırçalayacaksınız.
Sonra herkes birbirine soracak;
Bot nasıl bağlanır,
Palaska nasıl sıkılır,
Paçalar içeri mi… diye.
Şimdi yatak düzeltme faslı.
Hem bizim evdeki gibi de kabul etmiyorlar,
Ama hemen öğrenirsin.
Kimler öğrenmedi ki.
Dışarı çıkma vakti geldi!
Hala karanlık ve daha kötüsü soğuk.
Her sabah bu saatte kalkılır mı diyenleri de duyacaksın.
Ama eminim bu da sana zor gelmeyecek.
Sonra kahvaltıya gidilecek,
Bir masaya ilk defa bu kadar kalabalık oturacaksın,
Bir elinle çatalı tutarken, bir elini dibindeki arkadaşının sandalyesinin arkasına atacaksın,
Yoksa nasıl sığacaksın o küçücük masaya!
Yemek konusunda da büyük beklentilerinin olmadığını biliyorum,
Zaten 2 dilim kaşar, 4 tane zeytin, bir tane de reçel gelecek.
Bir yandan seviniyorum, biraz kilo fazlan vardı, vereceksin.
Sonra sizi bir alanda toparlayacaklar.
Sizden sorumlu komutan gelecek,
Size konuşma yapacak,
Ne kadarını dinlersin bilmiyorum ama
Artık emir altındasın, hem de bir süre.
Kimisine göre çok uzun süre,
Ama senden fazla askerlik yapanlara,
Ve Nazım’ın hapisteki günleri kıyaslandığında,
Mikroskobik bir zaman.
Bana göre; 60 çarpı 24 çarpı 156. Dakika.
Çok mu ?
Yarın ve ondan sonraki gece ve sabahlarda,
Bu şaşkınlığın hiç olmayacak,
Etrafı öğrenecek, insanları tanıyacaksın.
Sonra biraz daha rahatlayacaksın…
Sadece biraz sabır, biraz daha sabır.
Abim,
Bu gece oradaki ilk gecen.
Ve unutma, tüm kalbim seninle.
Çünkü sen benim kanım, canım, dostum, abimsin…
Hem senin de iznin olursa,
Ben bu gece ilk kez senin yatağında uyuyacağım,
Sen ilk defa orada uyurken.
O güzel sesini duyana, gülümseyişini görene, kokunu koklayana, sana sarılana kadar,
Sevgiyle,
Huzurla,
Sabırla,
Barışla,
Ve Mutlulukla kal…

safak

10 Dakika Savas Arası

Yayınlandı: 22 Kasım 2012 makinebeyin tarafından Genel içinde
Etiketler:, , , , ,

Savaşlarla dolu bir dünyada yaşıyoruz.
İçimizde, komşumuzda, bölgemizde, dünyanın çok ama çok fazla yerinde…

Bir insanın bir insanı öldürebildiği,
Bir insanın birçok insanı öldürebildiği,
Bir toplumun bir insanı öldürebildiği,
Bir toplumun bir toplumu öldürebildiği…
Acımasız, zalim, mutsuz ve eşitsiz bir dünyada yaşıyoruz.

Oysa ne garip bir kelimedir öldürmek.
Kelimesi bu kadar zor olanın,
Uygulaması ne zor olmalı diye düşünürken bazımız,
Kimimiz hak görür kendinde;
İşin içine ideolojiler, ekonomiler, çıkarlar, benzerlikler ve farklılıklar girince…
Çünkü hak zannedilir öldürmek, öldürmesine yardımcı olmak veya ölümlere göz yummak.

Oysa ben, askerde ilk silah tuttuğumda bile tedirgin olmuştum.
Sadece bir silahtı tuttuğum,
Hatta ‘Ne var bunda, canım sen de!’ diye düşünürüm buradan bakınca.
Kimseyi vurmamış ve hatta kimseye de doğrultmamıştım.
Malum, kimseyi öldürmek de, ölmek de istemiyordum.
Ama o metal yığını, öldürmek için yapılmıştı.
Veya korunmak için,
Ne farkeder…
Hedef aynı.Şimdi bu dünyayı düşünüyorum,
Bu yazıyı yazdığım güven dolu hayatımı düşünüyorum.
Ve üzülüyorum;
Suriye’ye, Filistin’e, İsrail’e, Cezayir’e, Afganistan’a, Kongo’ya, Irak’a, Peru’ya, Mısır’a ve hatta güzel ülkeme…

Ve bu kadar acı ortasında,
İnsan isimli canlı o kadar enterasandır ki;
Başkasının acısını ancak geçici bir süreliğine paylaşabilecek kadar zalimdir!

Mesela hepiniz bu ölümlere üzülüyorsunuz, eminim.
Ama birazdan
Bazınız favori dizisine,
Bazınız yarıda bıraktığı kitabına,
Bazınız arkadaşıyla olan sohbetine,
Bazınız dersine, projesine, ödevine… devam edecek.
Ben de uzun süredir izlemek istediğim bir filme devam edeceğim.
Mesela bazınız da hiçbirşey yapmadan sadece uyuyacak.
Çünkü bugün, yarın, ve ertesi hafta bugün de o kadar çok çalışmak zorunda kalacak ki, kendi büyük sorunları içerisinde, küçük dünyadaki ölümleri düşünemeyecek bile…
Uzun lafın kısası benim demem odur ki;
Şimdi düşünüyorum ölümleri…
Zor geliyor.
Ama ne kadar zor gelirse gelsin,
Yarın kendi hayatlarımıza döneceğiz.
Yarın olmasa da haftaya döneceğiz.
Haftaya olmasa da gelecek ay döneceğiz.
Bizim olmayan acıları hep unutacağız.
Zaten bugüne kadar da hep aynı şey olmadı mı?

Barış dolu bir dünya dileğimle bitirmek istiyordum aslında.
Ama galiba olamayacak birşey diliyorum.
İşte bu yüzden, durum ne olursa olsun sevgili dostlar,
Sade ve sadece insan olduğunuzu unutmamanız dileğimle…

Görsel

Görsel
Görsel
Görsel

 

Bakan‘a yuhalamak…

Bazımız canlı izledi, bazımız facebook’da arkadaşından aldı haberi, bazımız haberlerde gördü, bazımız ev halkından duydu.
İstanbul’da düzenlenen WTA Kadınlar Tenis Turnuvası final töreninde hükümetin temsilcileri yuhalandı.

Sonra haberleri açtım, iyice takip ettim hangi gazete ne diyecek, hangi arkadaşlar, dostlar, büyükler, küçükler ne kelam edecek diye;
”Bakanların yuhlanmasını törene damgasını vurdu, şok protesto, törende gerginlik, bakanları yuhaladılar, protesto ayıbı, dünyaya rezil olduğumuz an, büyük skandal, büyük tepki” diyenler ve henüz bu konudan bahsetmeyen veya bahsetmekten çekinen medyayı gördüm.

İnternetten gazetelerinin dikkat çekici yorum kısımlarına da bakma fırsatım oldu;
”Bu yuhlayanlar ahirette hesap verecek,
Yosunlaşmış beyinler,
Yuhlayanların allah belasını versin,
Vatan hainleri,
10 yıl önce tenis neydi bilmezdiniz,
%60’la seçildik zorunuza mı gitti,
Bu gelenek görenek bilmeyen terbiyesizlerin Türkiye’de işi ne,
Ülkenin en güvenilir, en çalışkan insanlarına bunu yaparsak,
Hazımsızlar inadına hizmete devam, milliyetçi olun biraz,
Belli zümre bunlar, laik modern kesim, milletten kopuk, beyaz turkler, cehape zihniyeti,
İslam düşmanı kesim,
İnadına akp, inadına erdoğan, catlasanizda patlasanizda akp yine gelecek,
Allah hepsinin burnundan getitir inşallah,
Sersem beyinsizler,
Saksı kafalılar,
Yuhalayanlar pkk’lı zaten normal,
Tenis sporu masonların, ergenekoncuların ve anarşistlerin sporudur, halk bu tür saçma etkinliklere katılmaz,”
Ve benzeri onlarca yorum okudum…

Ben de nacizhane fikirlerimle, kısa ve net bir şekilde tarihe bir not düşmek isterim;

Öncelikle size oy vermeyen, size destek olmayan, sizle aynı hayat görüşünü paylaşmayanlar var bu ülkede.Hani aldığınız oylar o kadar çok ki, 2 kişiden biri diyorlar…Haliyle sizden geriye kalanı da çoktur hatırlatmakta fayda var.

Bu gece neden yuhlandık diye hüzünlenip de mi yatağınıza giresiniz bilemem ama,
Her zaman yaptığınız hata;
Sadece oraya finali izlemeye gelen, 16.000’in şu kadar kısmı vatandaşın;
Provokatör, terörist, yosunlaşmış, saksı kafa, laik, elit, pkklı, saygısız, islam düşmanı olduğu varsayımıdır,
Çünkü onlar…

Onlar Cumhuriyet’in bayramı kutlanmasına izin verilmeyenlerdir,
Onlar hayatın her noktasında daha çok zamlı, daha pahalı yaşamak zorunda kalanlardır,
Onlar hakkı olanı istediklerinde, gaz bombası hakettiği söylenenlerdir,
Onlar istemedikleri bir savaşın içine sürüklenenlerdir,
Onlar bu ülkede kardeşlerin birbirini öldürmesinden utananlardır,
Onlar çevrenizdeki tüm insanların 10 yılda yarattıkları holdingleri görenlerdir,
Onlar sizin futbolu, ekonomiyi, siyaseti, medyayı, yargıyı vb. herşeyi kendi çıkarlarınız için şekillendirdiğinizi görenlerdir,
Onlar belirli mezhepler, sizin deyiminizle ‘ucube cem evlerinden’ gelenlerdir,
Onlar öç duygunuzun sizi yediğine emin olanlardır,
Onlar sizi görünce takla atmayanlardır,
Onlar benzinin litresine 5 lira verenler, yoksulluk sınırı 3000 lira olan bir ülkede 1000 lirayi birarada göremeyenlerdir,
Onlar bu ülkenin kadınlarıdır, şahitlikleri, boşanma özgürlükleri, ve mal paylaşımı sizle eşit olmayanlardır,
Onlar dış politikada tüm komşularımızla problemli oluşumuza üzülenlerdir,
Onlar her sınavda kopya olmasına alışanlardır,

Onlar bunun gibi yüzlerce şeyi yaşamış ama sesini yükseltememiş olanlardır…Öyle bir noktaya gelmişlerdir ki, 2 kişiden 1’inin diğerinden uzaklaştığı tahammülsüz bir ülkede yaşamak zorunda kalmışlardır.

Ve bugün siz bakan iken,
Onlar ses çıkaranlar olmuşlardır.
Sizce çok mu olmuşlar?
Nazım’ın deyimiyle;
Onlar toprakta karınca, suda balık, havada kuş kadar çokturlar…

Ve gayrısı,
Mesela bu akşam yapılanlar, yapılan herşeyin yanında,
Laf´ı güzaftır…

 

Türkiye’deki Muhafazakar Düşünce Yapısı Üzerine Birkaç Tespit

Yayınlandı: 22 Temmuz 2012 laikelit tarafından Genel içinde
Etiketler:,

Altta muhafazakar düşünce yapısı ile ilgili sıraladığım tespitler, gerek muhafazakar basında, gerekse sosyal medyada şahit olduğum genel durumun bir fotoğrafıdır. Elbette “bütün muhafazakarlar böyledir” demek mümkün değildir; çünkü bütün muhafazakarların böyle olmadığını biliyorum. Fakat benim gözlemim, bu tespitlerdeki düşünce yapısının, muhafazakar “mahalle”ye hakim olduğu yönünde.

1- Muhafazakar düşünce yapısına göre insanın sahip olduğu “değer”ler, yalnızca ilahi/semavi addedilen bir temel üzerine oturuyorsa makbul ve meşrudur. Örneğin, kürtajın bir hak olduğunu savunmak, herhangi bir değerler sisteminin ürünü olamaz, çünkü bu, ilahi/semavi addedilen bir temel üzerinde yükselmiyordur; hatta hiçbir temel üzerinde yükselmiyordur. O yüzden, kürtaj hakkını savunan bir düşünce, herhangi bir değer taşımamaktadır ve çocuk öldüren sapkın bir tarikatla eşdeğer görülebilir.

2- İyilik, yardımseverlik, dürüstlük, hakbilirlik gibi insani özellikler, yukarıda bahsedilen temel üzerine inşa edilen değerler sisteminin ürünleridir. Bu özellikler ilahi bir öğretiden alınmadıkça daha az değerlidir. (Bunun bir örneği olarak şu köşe yazısına bakılabilir) Bu özellikleri taşıyan ama muhafazakar olmayan insanlar son tahlilde muhafazakar olan insanlara göre daha aşağıdadır; onlara yukarıdan bakılabilir çünkü yüce bir kutsallıktan mahrumdurlar.

3- Muhafazakar düşünce yapısının ürettiği ahlak sisteminin çizdiği çizgiler kendi alanını belirlemekle yetinmez. Üstün olduğu varsayılan muhafazakar ahlak sisteminin çizgileri, çevresindekileri de kapsayacak şekilde çizilir. Yani bu ahlak anlayışına göre, bu anlayışa sahip insanların, kabaca yapması ya da yapmaması gereken şeylerin yanı sıra, bu anlayışa sahip olmayan insanların da yapması ya da yapmaması gereken şeyler vardır. Bu özelliğiyle muhafazakar düşünce yapısı kolaylıkla tektipleştirici ve baskıcı bir anlayışa dönüşebilir; eleştiriye kapalı bir hal alabilir; ve agresif bir kırılganlığa bürünüp, kendine yanlış görünen herşeyi saygısızlık addedebilir. (En son yaşanan bira yasağı olayı buna örnektir)

Futbolda ırkçılık üzerine dönen tartışmalar çok ilginç. Formaların rengi insanların gözlerini o kadar köreltmiş ki taraftarlığı bir kenara bırakıp konuya ahlaki anlamda eğilmek neredeyse imkansız. Önceki gün Hurriyet’in yaptığı “Emre mi haklı, Zokora mı?” anketini görünce acı acı gülümsedim. Zokora’nın maç öncesi Emre’nin elini sıkmaması ve maç sırasında yine Emre’ye çok sert bir faul yapmasından yola çıkarak kimin “haklı” olduğunu sormuş Hürriyet. İkiyüz binden fazla insanın katıldığı ankette Emre “haklı” çıkmış. Bu sonuçla Emre, daha önce sarfettiği ırkçı sözler için aklanmış mı oluyor? Orasını bilemedim.

O kadar sığ sularda yüzüyoruz ki Emre’nin Zokora’ya karşı kullandığı ifadenin ciddiyetini anlamaktan bir hayli uzağız. Meseleyi biraz açmak isterim. Emre’nin 15 Nisan’daki maç sırasında sarfetmiş olduğu söz “f*ucking n*gger” (görüntüyü görmek için tıklayın). PFDK, bir dudak okuma uzmanına bu durumu tescilletti. Fakat ne hikmetse Emre, ırkçılık için verilen 4-8 maç ceza yerine, rakibine hakaretten 3 maç ceza aldı. Basınımızda çevrildiği gibi bu söz “pislik zenci” demek değil; Amerikan filmlerinde her küfürün “kahretsin” olarak çevrilmesinden gelen bir alışkanlık sanırım basınımızdaki. İngilizce’deki n*gger sözcüğünün karşılığı Türkçe’de yok. Olmaması da doğal; çünkü bu, tarihsel süreç içerisinde Amerika’daki ırk ilişkileri sonucu ortaya çıkmış ırkçı bir söylem. Batıda bu sözü kullanmak, muhattabınızın direkt olarak ten renginden/ırkından yola çıkarak onu aşağılamanız, hor görmeniz anlamına gelir. Edebileceğiniz en sinkaflı küfürden de, rakibinize attığınız her tekmeden de beterdir (Kaldı ki “zenci” kelimesi de bu kadar olmasa da yine ayrımcı bir sözdür). F*cking sözcüğünün ise “pislik” anlamına gelmediğini herkes biliyordur diye tahmin ediyorum. 4 sezon İtalya’da, 3 sezon da İngiltere’de futbol oynamış bir kişinin bu durumun bilincinde olmaması ne kadar inandırıcı? Üstelik bu, Emre’nin adının karıştığı ilk olay da değil.

Gelelim Zokora’nın tepkisine. Şöyle düşünelim: Avrupa’da top koşturan bir Türk futbolcusu “iğrenç, pislik türk” şeklinde ırkçı bir söyleme maruz kalıyor. Daha sonraki bir maçın öncesinde de bu sözü söyleyenin elini sıkmıyor. Türk basınındaki başlıkları görür gibiyim: “Irkçıya dersini verdi!” Peki Zokora’nın benzer bir hareket karşısında sinirlenme ve tepki koyma hakkı yok mu? Burada Zokora’nın Emre’ye attığı tekmeyi savunacak değilim. Kırmızı kartla oyundan atılmalıydı; PFDK da gerekli cezayı vermeliydi. Ama bu tekme yüzünden Emre’nin yaptığını mazur mu göreceğiz?

Tüm bunları söylediğinizde Fenerbahçeli dostların tepkisini topluyorsunuz. Kanımca bunun sebebi, Turkiye’de ırk ve ırkçılık hassasiyetinin/bilincinin gelişmemiş olması. O nedenle bu tartışmayı renklerin üstünde bir yerde yapmak imkansız. Ben Galatasaraylıyım; Emre’nin yaptığını bir Galatasaray’lı yapsa yine aynı tepkiyi, aynı dozda veririm. Öz kardeşim yapsa da veririm. Çünkü bu bir Fenerbahçe-Galatasaray tartışması değil, çünkü konu futbol değil. Konu ahlak, konu ayrımcılığa karşı hassasiyetimiz ve ırkçılığa karşı nerede durduğumuz.

Not: Bu arada bu tip meselelerde duruşunu az çok bildiğimiz Trabzon şehrinin, “Hepimiz Zokora’yız” çıkışı da yine bu konunun takım tutmaktan öteye gitmediğinin başka bir göstergesi. Bu fotoğrafa ise değinmiyorum bile.

Türkiye Ekonomisi Uçuyor Çünkü Başka Çaresi Yok

Yayınlandı: 07 Mayıs 2012 laikelit tarafından Ekonomi, Genel, İç Politika içinde

Türkiye ekonomisi sıklıkla övgülere mazhar oluyor basınımızda. Türkiye ekonomisi uçuyor! Görkemli dış ticaret rakamları, yabancıların memleketimize olan yoğun ilgisi bizleri mest ederken, yanı başımızda bizi yıllardır dışlayan Avrupa’nın “içler acısı” haline bakıp ayıp bir gülümseme konduruyoruz yüzlerimize. Battı denilen Yunanistan’ın kişi başına düşen yıllık milli gelirinin mevcut durumda Türkiye’ninkinin iki katı olması sislerin arasında kaybolan muğlak bir suret gibi. Ekonominin durumu ile ilgili, genel algının aksine, çatlak sesler çıkaranlar ise Başbakanımız’ın öfke radarına yakalanıp gerekli azarı işittikten sonra kuyruklarını kıstırarak çekiliyorlar köşelerine.

Böyle bir ortamda, geçen hafta, dünyaca ünlü sivil toplum örgütü Freedom House bir rapor yayınladı. Dünyadaki basın özgürlüğünü ölçen rapor, ülkeleri “özgür, yarı-özgür, özgür olmayan” olmak üzere üçe ayırıyor. Basın üzerinde artan baskılar nedeniyle Türkiye’nin puanı bu listede geçen yıla oranla düşmüş. Ülkemiz 197 ülke arasında Kolombiya, Kongo, Nepal ve Senegal ile birlikte 117. sırada ve yarı-özgür ülkeler kategorisinde. Listede üzerimizde bulunan ülkelerden bazıları Moritanya, Nijerya, Nikaragua, Burkina Faso ve Moğolistan. Aynı örgütün bir de ülke demokrasilerini puanladığı bir özgürlük araştırması var; ve bu araştırmada da ülkeler aynı şekilde üçe ayrılıyor. 2012 raporunda Türkiye burada da yarı-özgür ülkeler arasında. Bu listede özgür kategorisindeki ülkelerden bazıları Jamaika, Botswana, Romanya ve Peru. Yine Freedom House’a ait olan internet özgürlüğü araştırmasında da Türkiye’nin kategorisi yarı-özgür ülkeler.

Bu raporlara göz attıktan sonra hızımı alamadım ve başka birtakım verilere de bakmak istedim. Örneğin Birleşmiş Milletler Kalkınma Fonu tarafından her yıl yayınlanan ve ülkeleri, yaşam uzunluğu, okur-yazarlık oranı ve eğitim ve yaşam kalitesi üzerinden puanlayan İnsani Gelişim Endeksi raporunda Türkiye 2011 yılında, 187 ülke arasında 92. sırada. Üzerimizdeki bazı ülkeler Belarus, Libya, Ermenistan ve Küba. Öte yandan Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) bünyesinde her üç yılda bir 15 yaşındaki öğrencilerin matematik, fen ve okuma alanlarındaki başarılarını ölçen Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı (PİSA) sıralamsında Türk öğrenciler 2009 yılında, 62 ülke arasında 41. sırada. Üzerimizdeki bazı ülkeler Hırvatistan, Yunanistan, Macaristan ve Polonya. Womanstats.org’a göre 2010 yılında Turkiye’de kadınların politikaya katılım oranı Suudi Arabistan, Sudan, İran ve Çin gibi ülkelerle birlikte %0-10 arasında. Bir İnsan Hakları İzleme Örgütü raporuna göre, 2009 yılındaki bir araştırma Turkiye’de 15 yaşından büyük tüm kadınların %42’sinin şiddete maruz kaldığını ortaya koyuyor.

Ama Türkiye ekonomisi uçuyor. Bir rüyanın içindeyiz sanki. Büyük Türk Uygarlığı yaratılıyor Edirne’den Kars’a. Her köşe başında peyda olan alışveriş merkezlerimiz birer Antik Yunan agorası. Uygarlığımızın haşmeti İstanbul’un silüetini kaplayan rezidanslarımızla birlikte yükseliyor. Bir rüyanın içindeyiz sanki. Bu rüyada duble yollar, köprüler, hidroelektrik santralleri, orman arazileri ve fersah fersah kentsel dönüşümler. Bu rüyada beton ağlarla örüyoruz anayurdu dört baştan. Bu rüya beton ve talan etmek üzerine. Okullarda çocuklarımıza dağıttığımız tablet bilgisayarlarımız sapasağlam; sütlerimiz gibi bozuk değil. Bir ömür o tableti yapan değil de sırf dağıtan olarak kalsak da mühim değil. Ve bir ömür koşacağız bir 19. yüzyıl icadı olan otomobili üretmenin hayali peşinde.

Tabi bir de tüm bu şaşaanın gölgesinde kaybolan küçük, sevimsiz detaylar. Babası tarafından borç karşılığı satılan, özgürken de hapisteyken de tecavüze uğrayan çocuklar. O çocuklardan bazılarının, rızasıyla bu işi yaptığına hükmedip, tecavüzcüleri kollayan bir yargı. Her gün erkekler tarafından delik deşik edilen kadınlar, kadınlarımız. Gazetecileri hapise tıkmaktaki o sarsılmaz azmimiz. Ve kalın çizgilerle kamplara bölünmüş bir ülke.

Doğrudur, Türkiye ekonomisi uçuyor. Çünkü üzerinde yükselebileceği bir temel yok. Bu yüzden ayaklarını kesmiş yerden. Tek çaresi uçmak.

Başlarken

Yayınlandı: 28 Nisan 2012 laikelit tarafından Genel içinde

Büyük laflar etmek telaşında değilim. Kendini ifade etmek ya da paylaşmak, insanın basit ihtiyaçlarından biri. Bizi yola çıkaran da bu. Yani Dağlarca’nın “şiir hayvanı”ndan ilhamla, bir nevi “içimizdeki yazı hayvanı.” Bu blogda ülke gündemine düşenlere bizler de not düşmek istedik. Yolculuğumuz nereye uzanır bilinmez ama sözün uçup yazının kalacağı umuduyla bu işe giriştik.

Aşağıda yakın bir zamana kadar yazdığımız yazıları bulacaksınız. Bu yazılar ilk olarak yeniyetmegurme’de yayınlandı. “Kardeş blog”umuzun kuruluş amacı – adından da anlaşılacağı gibi – gezmek, görmek, yemek ve içmek üzerine paylaşmak olduğu için, Türkiye gündemine dair siyaset, ekonomi vb. ile ilgili yazıları ayrı bir platformda paylaşmanın daha doğru olacağını düşündük.

Amacımız hoş bir seda bırakmaktır. Umarım başarabiliriz.